Tarih: 16.04.2025 10:42

"Diyarbakır’da Aşk, Savaş ve Siyaset" Kitabının İkinci Baskısı Yayımlandı!

Facebook Twitter Linked-in

Diyarbakırlı Gazeteci ve Yazar Cüneyt Alphan'ın kaleme aldığı "Diyarbakır’da Aşk, Savaş ve Siyaset" adlı eserinin ikinci baskısı Ateş Yayınları tarafından yayımlandı. Alphan, yirmi beş yıllık gazetecilik, televizyonculuk ve yazarlık kariyerinde toplamda 17 kitap, binin üzerinde makale ve pek çok tez yazmış bir isim. Ancak "Diyarbakır’da Aşk, Savaş ve Siyaset", onun ilk kitabı olma özelliğine sahip. Yazar, bu eserin oluşumunda büyük bir emek sarf ettiğini ve özellikle 1990'larda OHAL döneminde yaşanan savaşın tüm yönleriyle izlerini sürmeye çalıştığını belirtti. Kitap, Diyarbakır’ın hem tarihi hem de toplumsal dokusuna dair derinlemesine bir bakış sunuyor.

Alphan: “Bu kitap bugünün, yarının, hatta yüz yıllar sonrasının tarihi bir vesikasıdır. Dünden ders alacak, bugünü ve yarını barışla inşa edecek tarihin taşlarından birisidir ayrıca Diyarbakır’da Aşk, Savaş ve Siyaset” dedi. Hiçbir zaman ne iktidarların, ne siyasal partilerin de ne örgütlerin tarafını tutmadığını, tüm olaylara objektif-tarafsız yaklaştığını, yaptığı tüm haber, televizyon programları, yazdığı makale ve kitaplarda da daima tarafsızlık ve objektiflikten ayrılmadığının da altını çizdi. Alphan; mevcut Ak Parti İktidarının uyguladığı bütün antidemokratik ve insan hakları ihlallerini eleştirdiğini ancak buna rağmen DEM’le yürütülen barış sürecini de sonuna kadar desteklediğini kaydetti. “Daha önce de başlatılan ‘Demokratik Açılım Süreci’, ardından başlatılan ‘Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ni, sonrasında da başlatılan ‘Barış Süreci’ni de destekledim” diyen Alphan: Başta kendi evi olmak üzere yakılan-yıkılan evlere, köylere şahitlik ettiğini, bölgede zorla göç ettirilen 4,5 milyon Kürdün dramına,  Diyarbakır’da ve bölgede işlenen faili meçhullere, gözaltında kayıplara, Diyarbakır Cezaevine yapılan operasyonlara, operasyon sırasında öldürülen mahkûmlara şahitlik ettiğini vurgulayarak şunları söyledi. “Ben Diyarbakır’da gazetecilik ve televizyonculuk yaparken asker ve polis cenazeleri Peygamber Camisine, dağdaki militanların cenazeleri de Devlet Hastanesi veya Tıp Fakültesi morguna getiriliyordu. Türkçe ve Kürtçe ağıtlar birbirine karışarak aynı anda Dicle nehrinde boğuluyordu. İnanılmaz ve dayanılmaz acı sahneleri meydana geliyordu. Anneler-babalar evlatsız, evlatlar yetim-öksüz, eşler kocasız kalıyor, nişanlılar muradına ermeden sevdiklerini yitiriyorlardı. Öldürülenlerin aileleri de vardı ve aileleri de paramparça oluyordu. İnsanlar sabahleyin işe giderken ya evinin önünde ya işyerinde ya da çarşının ortasında infaz ediliyordu. İnsanlar bir anda sokak ortasında kayboluyor, aylar sonra cenazeleri ya battaniyelere sarılı kapı önünde ya Dicle kenarında ya da Deve Geçidi’nde bulunuyordu, tıpkı öldürülen HEP eski İl Başkanı Vedat Aydın’ın cesedinin Deve Geçidi’nde bulunulduğu gibi. Toroslar insanların korkulu rüyasıydı çünkü insanların çoğu Toroslarla kaçırılıp yok ediliyordu. Düşünsenize koca Cumhuriyetin gözaltılarında üç bin insan kayboldu devletin resmi rakamlarına göre. Öğretmenler, imamlar, gazeteciler, doktorlar, avukatlar ve her meslek grubundan olan insanlar patır patır öldürülüyordu. Tüm ölenlerin hanesine fail meçhul yazılıyordu. Bu anlamsız kavgada yaşanan acılar yüreğimi paralıyordu adeta. Aslında ne iktidarlar, ne örgütler ne de siyasal partiler bu kavganın bitmesini istemiyordu çünkü bu kavga gelmiş-geçmiş iktidarların adeta varlık sebebi, seçim ve geçim kaynakları oluyordu. Çünkü iktidarlar örgütü toplum üzerinden bir öcü gibi kullanıp iktidarlarını ölümlerin üzerinden sürdürürken aynı şekilde örgüt ve bağlı partiler de iktidarlarını perçinliyorlardı. Aslında savaşın tarafları birbirlerini besliyorlardı. Gerek Kutlu Savaş’ın hazırladığı “Susurluk Raporu”nda ve gerekse devletin bütün raporlarında devletin içine yerleşmiş çetelerin devlet gücüyle Kürt halkına karşı amansız savaş yürüttüklerini gördük. Bu savaşın sonucunda adeta PKK’ya fabrika gibi eleman yetiştirdiklerini, savaş baronlarının “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım gibi JİTEM elemanlarının eliyle binlerce cinayet işlettiğini, milyarlarca dolar kazandıklarını da gördük. Örgütün içinde de konumlarını kaybetmek istemeyen iç ve dış istihbaratlarla bağlantılı olan kompradorların da Kürt çocuklarının kanı üzerinden Türkiye’ye ve dünyaya caka sattıklarını gördük. Özetle; devlet bölgede Kürt halkına zulüm ve işkence ettikçe Kürt çocukları dağa çıkıyor, Kürt çocukları dağa çıktıkça da savaş baronlarına milyarlarca dolar servet akıyordu. Olan, Kürt ve Türk çocuklarına ve ailelerine oluyordu” dedi. Alphan; aydınları, gazetecileri, yazarları eleştirerek şunları söyledi: “Elli yıllık hayatım ve 25 yıllık gazetecilik mesleğimde, namuslu gazetecileri, aydınları bir tarafa koyarak hiçbir zaman medyanın ve aydınların topluma karşı dürüst davrandıklarını da görmedim. İktidarlara bağlı medya organları iktidarların gör dediğini görüp, yaz dediklerini yazdılar. Gerçekleri tersyüz ederek bütün Türk milletini aldattılar, aldatmaya da devam ediyorlar. Muhalif partilere yakın duran gazeteci ve aydınlar da taraf tuttular, gerçekleri kendilerine göre tahrif ederek kendi kamuoylarını aldattılar, aldatmaya da devam ediyorlar. Bazı gazeteci, yazar ve aydınlar da sadece konumlarını korumak adına dengeyi dikkate aldılar, aman iktidar bana bir şey demesin, aman örgüt bana karşı cephe almasın, aman muhalefetle aramı bozmayayım diye yazdıkları makale, haber ve analizlerini de kuşa çevirdiler. Dış devletlere ve dış istihbaratlara çalışan, dış devletlerin çıkarlarına göre hareket eden medya mensupları da cabası. Derken toplumun kafasını iyice karıştırdılar. Bizim toplumumuz çok da okuyan bir toplum değildir ve medyaya göre pozisyon alan, medya ne verirse onu yiyen bir toplumdur. Türkler de öyle, Kürtler de öyle... Hal böyle olunca kuru ve içi boş kavramlar üzerinden koca bir kavga yarattılar, bu kavgada binlerce can toprağa girdi, milyarlarca dolar da dağlarda heba oldu. İzninizle bir başka bir şey daha ifade etmek isterim. Bu toplumun sağcısı da, solcusu da dürüst değildir. Birbirlerine karşı önyargılı, kinli ve düşmanca tutum içindedirler. Birbirlerini okumazlar, kulaktan dolma bilgilerle birbirleriyle kavga ederler, düşman olurlar, ülkenin enerjisini düşmanlıkla tüketirler. Bu ülkenin sağcısı, kendini dindar/muhafazakâr olarak konumlandırırken sol kesime, gavur, dinsiz vesaire gözüyle bakıp her türlü haksızlığı, zulmü reva görürken, kendi çıkarları söz konusu olunca da gavurun dindara yapmadığını da dindar, dindara yapar. Bugün ülkenin cezaevlerinde en çok başörtülü, çoluk-çocuk yattığı gibi… Ne ilahi adalet ne de evrensel adaletin hiçbir ahlakına uymayan bir gecede yüz binlerce insanı hiçbir mahkeme kararı, soruşturma, kovuşturma olmadan bir KHK’yla işlerinden, aşlarından ve hayatlarından ettikleri gibi… Solculara gelince; empati ve sempati yapmadan, Kur’an, Hadis, İslam Hukuku ve İslam fıkhı okumadan, kulaktan dolma bilgilerle bütün dini Ak Parti’nin uygulamalarını kabul edip dine saldırmaları, sorunların kaynağını dini göstermeleri gibi… Evet bu çöküşten tek bir çıkışımız var: O da birbirimizi okumalı, anlamalı, kavga etmeden konuşmayı becermeli, adaleti, ahlak ve vicdanla taçlandırmalıyız. Kürt meselesini de ancak bu şekilde çözebiliriz. O yüzden ne kadar iktidarı eleştirirsem eleştireyim, acilen bu kanın ve kavganın durmasından yanayım. Yaşamım boyunca bunun mücadelesini verdim. Umarım gözlerimi kapamadan güzel ülkemde toplumsal adaletin bir toplumsal barışla inşa edildiğini görürüm. Bana yer verdiğiniz için de sizlere ayrıca teşekkür ederim




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —