Elbette tüm analizin içeriğine katıldığımı söyleyemem ama genel olarak baktığımda son derece entelektüel bir analizdir diyebilirim.
Elazığ/ Antalya valiliğiyle birlikte Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanlığını da yapan Vali Güngör Aydın’ın bu analizi kesmeden-kırpmadan sizlerle paylaşmak istedim.
İşte Sn. Aydın’ın analizi…
“AKP doğru analiz edilmeden ve ülkede var olan koşullarda ne yapılacağı da ancak bu doğru analize dayalı olarak belirlenmeden güzel ülkemiz Türkiye, bir iç savaşa doğru sürüklenen bu koşullardan, giderek büyüyen siyasal, yönetsel ve toplumsal bunalımdan çıkamaz; çıkarılamaz.
AKP, dine dayalı, din merkezli, gücünü özgür bireylere dayalı sivil toplumdan değil, biata dayalı dinsel güçlerden alan, çekirdek kadrosu şeriatçılardan oluşan despotik dinsel bir partidir.
Bu nedenle demokrasi dışıdır; demokrasiye karşı ve düşmandır.
Siyasi güçler/partiler kategorisinde “demokrasi yelpazesinde” değil, “despotik yelpazede” yer alır.
Çağımıza adını veren üst yapılar teorisyeni Gramsci’ye göre, demokrasi öncesinde, 1789 Fransız Devriminde halk siyaset sahnesine çıkmadan önce ülkelerde egemen arkaik iktidar güçleri olan dinsel, askersel ve feodal güçler, bir ülkede iktidar ve siyaset alanının dışına çıkarılmadığı/çıkarılamadığı sürece o ülkede demokrasi olmaz; yerleştirilemez.
Çünkü aynı despotik tarihsel blokun güçleri olan bu güçler o ülkede demokrasiye ve çağdaşlaşmaya karşı direnirler; aralarında iktidar kavgası olsa da demokrasiye karşı olmada birleşip bağlaşırlar; birbirlerinden beslenir, birbirlerinin seçeneği olurlar. Aynı AKP dinsel iktidarının, 12 Eylül askersel iktidarının seçeneği ve ürünü olduğu, ondan beslendiği gibi.
Öyleyse, ilk hedefimiz, Büyük Devrimci Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 3 Mart 1924 büyük devrim atılımında Halifeliği kaldırırken Harbiye ve Şeriye vekaletlerini de kaldırarak askersel ve dinsel güçleri siyaset ve iktidar alanının dışına çıkardığı gibi, şimdi de, ATATÜRK’ün ölümünden itibaren ardıllarının aymazlığı sayesinde adım adım yürüyerek bugün iktidarı bütünüyle ele geçirmiş olan bu arkaik güçleri siyaset, yönetim ve iktidar alanlarından ve etkili olmaktan çıkarmak, halkın egemen olacağı bir siyasal ve yönetsel düzene ulaşabilmek için ülkeyi demokrasiye, DEMOKRASİ BLOKUNA taşımak olmalıdır.
Bugün ülkemizdeki durumu, tabloyu doğru değerlendirebilmek için yapmamız gereken bu ilk saptamadan sonra, aşağıdaki başlıklar altında ortaya koyabileceğimiz 3 saptamayı da yaparak ancak çıkış yolunu bulabiliriz.
ABD Emperyalizmi Ülkemizde Ne Yapmaya Çalışıyor?
ABD emperyalizmi, Bütün İslam Dünyasında ve özellikle de Ortadoğu’da ekonomik ve politik çıkarları doğrultusunda, böl-parçala-yönet plan ve stratejisi uyarınca yürüte geldiği politikaları, batı blokunda yer alıyor ve NATO’ya girmiş bulunmasına karşın, antiemperyalist bir ve ilk ulusal kurtuluş savaşı sonrasında ve tam bağımsızlıkçı Kemalist Düşünce ve Devrimine dayalı olarak kurulmuş Türkiye’de, T.C. Devletinde uygulamaya koymakta güçlük çekmekte;
hedeflediği sonuçları planladığı düzeyde almakta tam başarılı olamamaktadır.
ABD emperyalizmi, ülkemizde istediği sonuçlara ulaşabilmek için, yapısını ve demografisini çok iyi bildiği ülkede 1970’lerden itibaren önce sağ-sol, Sünni-Alevi çatışmalarını planlayıp devletin içine de yuvalandırdığı içerdeki işbirlikçileri ile ülkede toplumsal çatışmalara, terör ve kaos ortamına yol açılmasını, sonrasında da bu gerekçeye dayalı olarak ülkeyi tam güdümleyebileceği 1980 askersel darbesinin gerçekleşmesini; bu askersel güçler eliyle de asıl hedeflediği “Ilımlı İslam” o zamanki adıyla “Yeşil Kuşak” iktidarının yolunun açılmasını sağlamıştır.
Bununla yetinmeyen ABD emperyalizmi, bir Ortadoğu kartı yaparak kullandığı ülkedeki Kürt yurttaşlarla ilgili olarak 12 Eylül Yönetimi döneminde ve eliyle yaygınlaştırılarak arttırılmasını sağladığı, devletin kimi yanlış politika ve uygulamalarından kaynaklanan ya da çözüme kavuşturulamamış süreğen konuları bir büyük soruna dönüştürerek ve bundan kaynaklanan PKK terörünü Çekiç Güç eliyle açıktan destekleyerek Kürt sorununu besleyip büyütmüş ve bir iç savaşa götürecek boyutlara taşımış, bir Türk-Kürt düşmanlığı ve çatışmasının alt yapısını hazırlamıştır.
ABD emperyalizminin, Türkiye için en öncelikli hedefi, emperyalist politikaları uygulamada, yalnız Türkiye’de değil tüm İslam dünyasında bir engel olarak gördüğü antiemperyalist Kemalist Düşünceyi, ülkeden, Ortadoğu’dan, olanaklıysa tüm dünyanın hafızasından silmek, ülkede egemen olmaktan, devlet yönetiminden ve Türk Halkının dünyasından çıkarmaktır.
Bugün, 15 Temmuz başarısız darbe girişimi ile ve sonrasında, ABD emperyalizminin ülkemizde ne yapmaya çalıştığına baktığımızda gördüğümüz şudur: ABD emperyalizmi, Irak, Libya ve Suriye’de yapıp geldiğini, yani böl-parçala-yönet politikasını Türkiye’de de aynıyla yapmağa çalışmış; bunu yaparken, ülkemizde önce 12 Eylül despotizmi ile, sonra ABD, AKP ve Gülen Cemaati üçlü ortaklığında Ergenekon, Balyoz ve Casusluk davaları ile Kemalist Düşünceden bütünüyle arındıramadığı TSK’ni, bir iç çatışmaya götürerek, liderini ülkesinde barındırdığı bir tarikatın ele geçirdiği azımsanmayacak kesimiyle Cumhuriyeti ve devleti savunan Kemalist Düşüncedeki kesimlerini karşı karşıya getirip birbirine kırdırmak, böylece itibarsızlaştırıp güçsüzleştirerek Ortadoğu’da etkili bir güç olmaktan çıkarmak; öte yandan da ülkede laik-dinci, Alevi-Sünni ve Türk-Kürt din, mezhep, aşiret-tarikat, etnik köken ayrışması, çatışması yaratarak, ülkeyi süreğen din ve ırk iç savaşlarının içine taşıyarak böl-parçala-yönet plan ve politikasını uygulamaya geçirme denemesi, provası ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılmaktadır.
ABD emperyalizmi, destekleyip yönlendirdiği bu darbe girişimi ile Türkiye’de önce iktidarı doğrudan ve engelsiz olarak yönlendirecek biçimde ele geçirmeyi, ülkede yaygın bir dinsel mezhepsel ve ırklar arası iç savaş çıkararak halkı birbirine kırdırmayı, bunu bahane ederek aşamalı biçimde ülkeyi işgal etmeyi ve sonrasında da kolay yönetebileceği Sünni, Alevi, Türk, Kürt, laik, radikal dinci bölgelere ayırarak Türkiye’yi bölmeyi hedeflemiş bulunmaktadır.
Ancak bütün bu olanlara karşın, emperyalizme karşı verilen bir Ulusal Kurtuluş Savaşında ortaya konulan bütünleşme iradesine dayalı olarak bütün çağların en büyük devrimcisi Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde, batı uygarlığının hümanist kimliği, kurumları ve kültürü ile, bu evrensel çağcıl değerleri ulusal değerlere ve koşullara uyarlayarak bu değerlerle öykünmeci değil sistematik ve özsel biçimde bütünleşmeyi sağlayacak, hem de bunu batının ikinci yüzü olan emperyalizmin en vahşi süreciyle savaşırken yaparak ülkeyi batıya eklemleyecek olan Cumhuriyet Devriminin temeline yerleştirilerek, bu kurucu felsefe temeline oturtularak gerçekleştirilen batı ile bütünleşme ve Türkiye’nin yüzünün batıya dönük olması/kalması süreci kuşkusuz sürdürülecektir.
Öte yandan darbeye ilişkin olarak şu saptamayı da önemle yapmalıyız ki; tüm çağların en büyük devrimcisi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün laiklik ve demokrasi alt yapısını sağlam temellere oturttuğu Büyük Türk Cumhuriyet Devrimini altyapısal olarak ve ortak duyusunda içselleştirmiş Türkiye ve her kökenden bir bütün olan Türk Halkı, ülkeyi çağın dışına taşıyacak ihanet ve vahşet içeren bu kanlı darbeyi önlemiştir. Darbenin önlenmesinde, Kemalist Düşünceyi, Cumhuriyet ve demokrasiyi savunan yurtsever güçlerle AKP tarafından tüm uğraşlarına karşın bütünüyle dağıtılamamış Cumhuriyet Kurumları, Cumhuriyeti, devleti ve vatanı korumak için en önde yer alıp belirleyici olmuşlardır. İktidar kavgası, yönetme tekeli, rant paylaşımı ve hedef anlaşmazlığı içine düştüğü eski ortaklarından gelen darbede, AKP iktidarı ve militan yandaşları ise can havliyle iktidarlarını, kendilerini ve geleceklerini korumaya çalışmışlardır.
Ancak, ülkenin, Türkiye’yi bölüp parçalama planı ürünü bu ihanet darbesinden, nasıl ve hangi ulusal güçler tarafından kurtarıldığını da saptıran AKP, CHP dahil tüm muhalefeti de her zamanki gibi aldatarak, ortalıkta ve militan yandaşları ile birlikte baş sorumlusu ve yaratıcısı olduğu darbeden kurtuluşu, bir kahraman edası içinde ve bir demokrasi zaferi gibi gösterip tam denetimi altındaki medya ile kamuoyuna sunma trajik komedisine çevirebilmiştir.
Yetki Kimdeyse Sorumluluk Ondadır.(*)
Cumhuriyet Gazetesinin Can DÜNDAR yönetiminde Cumhuriyet Devrimi karşıtı ve ayrılıkçı güçlerin eline geçerek okuyucu tabanını değiştirmesinden önce Gazetedeki son yazım olan 8 Şubat 2015 tarihli “Yetki Kimdeyse Sorumluluk Ondadır” başlıklı yazımda ayrıntılı olarak belirtildiği gibi, AKP, 14 yıldır ve bugüne değin, iç ve dış ortakları olan ABD ve Gülen Hareketi ile birlikte ülkede yapılanların tümünden, iktidarının/Hükümetin/yönetimin tüm uygulamalarından, eylem ve işlemlerinden tek sorumlu bulunmaktadır.
Bu sorumluluk yönetim biliminin evrensel ve altın değerinde bir kuralı olan “görev kimde ise yetki onundur; yetki kimdeyse sorumluluk da ondadır” kuralına göre belirlenir.
Bu nedenle, AKP ve iktidarı, hükümet edenleri, hiçbir gerekçe ve bahane ile reddi mümkün olmaksızın, iktidarları/hükümetleri dönemindeki tüm icraatlarının tek sorumlusudur. Bu icraatlarda, uygulamalarda, yönetsel eylem ve işlemlerde sapma, hukuksuzluk, suç oluşturan uygulamalar varsa bunların sorumluluğunu üstlenmek zorundadır; bu sorumlulukları kimseye yıkamaz; tümünün hesabını halkın ve yargının önünde vermek durumundadır.
Liyakat mı?
O da Ne?
Yol açtığı ve uğrattığı büyük yıkım ve alt üst oluşlar, onulmaz ağırlıktaki maddi manevi kayıplarla ülkemize ve devletimize çok büyük zararlar vermiş, başta TSK olmak üzere devletin tüm kurumlarının büyük güç ve itibar kaybetmesine yol açmış, devletimizin ve ülkemizin onur ve saygınlığını dünyada ve uluslararası toplumda ağır ölçülerde zedelemiş 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, bu darbenin yapılmasına yol açarak en büyük sorumluluğunu taşıyan AKP/RTE iktidarının derhal istifa ederek bu olağanüstü koşullarda tek çıkış yolu olan, ülkenin üstün çıkarlarını, ülkenin/vatanın birlik ve bütünlüğünü koruyacak, ülkede huzur ve kamu düzenini sağlayacak bir ULUSAL BİRLİK YÖNETİMİ/İKTİDARI oluşturulması, Cumhuriyeti ve demokrasiyi, antiemperyalist Kemalist Düşünceyi savunan güçlerin ülkenin yönetimine taşınmasını sağlamak, AKP iktidarından da sorumluluklarının hesabını sormak gerekiyorken, AKP/RTE, bu darbeyi ve sonrasını bir fırsata çevirerek, aymazlık, Cumhuriyete ve demokrasiye ihanet içindeki muhalefet güçlerini bir kez daha aldatarak, ülkede, içerdiği yetkilerin nasıl kullanılacağı önceden belli bir OHAL ilanına ve uygulamasına geçebilmiştir.
Böylece AKP/RTE, her şeye, bütün olanlara ve yaşanan büyük felakete karşın, hiçbir şey olmamış gibi hatta sanki daha da güçlendirilmiş biçimde iktidarını sürdürme olanağını elde etmiştir.
AKP/RTE, göstermelik görüşme ve buluşmalarla muhalefet güçlerini de yanına almayı başarmış; ancak bunu yaparken, devlet/kamu yönetiminde bırakın gerçekten çağın gerektirdiği, akıl ve bilimin yol göstericiliğinde, modern yönetim anlayışı içerisinde bir değişim, yenileşme ve yeniden yapılanma yoluna gitmeyi, OHAL yetkilerini kullanarak elde kalan son Cumhuriyet/devlet kurumlarını da tasfiye ve yok etmeye yönelmiş; toplumsal uzlaşma ve ulusal konsensüs gerektiren temel ülke sorunları alanında tek başına kararlar alıp yeni ve çağ dışı devlet yapılanmaları oluşturmaya gitmiştir.
Şimdi bir de, aciz ve zavallılık içindeki muhalefette bir liyakat(!) lafıdır söylenip duruyor. Sanki AKP, devlet/kamu yönetiminde liyakat ilkesine dayalı olarak görevlendirme ve değişimler yapacak, böylece de ülke rahatlayacak beklenti ve söylentileri yayılıyor.
Oysa, AKP, öteden beri ve her zaman olduğu gibi şimdi de, devlet/kamu yönetiminde evrensel bir ilke olan liyakat ve başarıyı, imkan ve fırsat eşitliğini değil, yandaşlık, Cumhuriyete/Kemalist Düşünceye karşıtlık, akla, bilime ve çağa değil biat ve dinselliğe dayalılık temelinde, düşünce, inanç, mezhep ve köken ayırımı yaparak bir değerlendirme, görevlendirme ve atamalar yapma yolundaki hastalıklı yürüyüşünü sürdürüyor bulunmaktadır.
Devleti büyük bir alt üst oluşa uğratan darbe sonrasında, devlet/kamu yönetimi alanında Cumhuriyet Devrimi ve demokrasi doğrultusunda köktenci ve geniş bir yenileşme, değişim, reform ve hatta rehabilitasyona daha da büyük bir gereksinme ortaya çıkmış bulunuyorken, AKP’nin eski dinsel, ilkel ve partizan/parti devleti yaklaşımını, çağdışı yönetim anlayışını ve arkaik felsefesini değiştirmesi yolunda hiçbir gelişme ve gözlem bulunmamaktadır.
Bu durumda, AKP, var olan ve ülkenin/devletin tarihsel kaderinin belirlenmesinin söz konusu bulunduğu olağanüstü koşullarda, despotik dinsel çizgisini sürdürerek beklentilerini ve umutlarını hiçe saydığı halkı oyalayıp bir kez daha aldatırken, pısırıklık ve acizlik içindeki CHP de AKP’nin bu yeni aldatmalarına teslim ve destek olarak halkla alay etmekte bulunuyorken, her iki parti de hızla eriyip halk desteklerini yitirmektedirler. Bununla birlikte, yaşamsal bir ihtiyaç duyulan Cumhuriyet Devrimini, Kemalist Düşünceyi, laikliği ve eksiksiz bir demokrasiyi ödünsüz ve sapmasız savunan bir parti ve siyasal demokratik bir hareket de, varsa bile, gündem alıp öne çıkamamaktadır.
Öyleyse, ülkemizin bu kaos, felaket ve karanlık dönemden çıkarılması konusunda AKP’den olmayacak beklentiler boşunadır.
Başta CHP olmak üzere, parlamentodaki muhalefet partilerinin de siyasal, yönetsel ve toplumsal bunalımdan çıkış için bir siyasi projeleri bulunmamaktadır.
Şimdi bugün gördüğümüz vahim tablo; ülkemizin AKP eliyle, ABD’nin yukarıda ayrıntıları belirtilmiş bulunan Türkiye plan ve politikaları çerçevesinde hızla ve dörtnala bir Alevi-Sünni, Türk-Kürt iç savaşına götürüldüğünü, Suriye’ye Şam ve Esad’a rağmen yapılan askeri müdahale yolundan da bir Ortadoğu savaşının içine çekildiğini apaçık göstermektedir.
Kılıçdaroğlu’na, aslında boyun eğdirmeye yönelik bir gözdağı niteliğindeki ve Onun kişiliğinde zaten çok kırılganlaştırılmış toplumsal barışı dinamitlemeye yönelik bulunan, AKP’nin göz yummadan, bilinçli bir görev savsaklaması olmadan yapılmasının düşünülemeyeceği, yönetsel bir öngörüsüzlük örneği saldırı, açılışı yapılan köprüye Yavuz Selim adının verilmesindeki ısrar ve açılışta yapılan mezhepsel gösteri, iç sorun bağlamında PKK terörünün türevlendiği, kaynaklandığı temeldeki ana sorun olan ve bir iç sorun olarak ele alınarak yalnızca demokrasi içinde çözülebilir bulunan Kürt Sorununun, bırakın çözümüne, böylece terörün nedenlerine inilerek soruna dönüştüğü yerden kaynağının kurutulup marjinalleştirilmesine yönelik olarak terörizmi önlemeyi öngören ve bu alanda ivedilikle yapılacakları, kısa ve uzun vadeli önlemleri içeren bir plan yapmayı ve buna dayalı politika ve uygulamalara gitmeyi, soruna yalnızca güvenlik açısından yaklaşarak PKK terörünü tırmandırmaya yol açan ve bundan beslenmeyi hedefleyen, Türk-Kürt düşmanlığını körükleyen uygulamaların sürdürülmesi ve son olarak da kimi savunulabilir, iç destek sağlayabilir ve TSK’ni içine düşürüldüğü itibarsızlıktan sanki kurtarabilir yanları bulunuyor görünmekle birlikte, ABD’nin Türkiye’yi Ortadoğu savaşının içine taşımayı öngören emperyalist politikasının bir gereği ve ülkemizin Cumhuriyet tarihi boyunca izlediği büyük stratejist ATATÜRK’ün Yurtta Sulh Cihanda Sulh politikasına aykırı, önü sonu bilinmeyen Cerablus askeri müdahalesi, ülkenin üstün çıkarlarına, ulusal birlik, bütünlük ve barışı sağlama hedeflerine aykırı politika ve uygulamaların açık göstergeleridir.
Şimdi, vatan gemisi dört bir yandan su alıyor ve ülkemiz her yönden kuşatılarak çoklu felaketlerle bölünüp parçalanmaya götürülüyorken, bu durumun tek sorumlusu AKP’nin, Osmanlıcı, radikal dinci, ülkeyi despotizme taşıyan, Cumhuriyeti yok sayarak hala Yavuz Selim ve Abdülhamit peşinde koşan, ülkede giderek artan terör ve kaos ortamını ortadan kaldırarak kamu düzenini ve güvenliğini sağlayamıyorken, ABD ve Gülen ortakları ile birlikte Kemalist Düşünceden arındırılmaya çalışılırken kolunu kanadını kırdıkları, başarısız bir kanlı darbe sonrasında da büsbütün parçalayıp böldükleri TSK’ni, Osmanlıcı hamaset duyguları ve örtüsü altında ABD’nin Ortadoğu politikaları doğrultusunda Suriye’ye bir askersel müdahaleye, ülkeyi felaketten felakete sürükleyen despot maceraperest bir tek adamın yönetimindeki arkaik iktidarı tarafından yönetiliyor olmasına, söz konusu olan vatan ve ülke bütünlüğü ise, artık seyirci kalınamaz; hiçbir nedenle hala buna destek olunamaz.
Cumhuriyeti, demokrasiyi, ülkenin çimentosu ve birleştirici öğesi olan laikliği savunanlar, tüm vatanseverler, bir gün bile gecikmeksizin, vatanı, ülkeyi, Türk Devletini giderek büyüyen bir felaketten kurtarmak için güç birliği yaparak ve durumun vahametini anlatıp ortaya koyarak TBMM’de yapılacak ve bu gidişe dur diyecek bir olağanüstü oturumla AKP/RTE iktidarına derhal son vermeli ve bir ULUSAL BİRLİK/TOPLUMSAL MUTABAKAT HÜKÜMETİ YÖNETİMİ oluşturulmalıdır. Bu asla savsaklanamaz acil bir ulusal görev, bir vatan borcudur.
Öyleyse, ivedilikle uygulamaya konulması gereken, söz konusu olan ve aslında bugün hiçbir değişikliğe gerek bulunmaksızın aynen uygulanmasına ihtiyaç duyulan, Cumhuriyet tarihinde bir ilk niteliğindeki bir SİYASİ PROJE, 13 Nisan 2007 tarihinde, Cumhuriyet Gazetesinde iki tam sayfa olarak CUMHURİYETİ KORUMAK VE DEMOKRASİYİ YERLEŞTİRMEK için, bu amaçla bir Demokratik İktidar Seçeneği Oluşturmayı öngören bir SİYASET FELSEFESİ içeren CUMHURİYET VE DEMOKRASİ GÜÇLERİNE ÇAĞRI başlığı altında, ilk imzanın Server TANİLLİ olduğu 41 imza ile yayımlanmıştır. Aynı doğrultuda, yine Cumhuriyet Gazetesinde, yine iki tam sayfa olarak, 19 Ocak 2009 tarihinde, ürettiğim ve ilk imzasını üstlendiğim 23 imza ile CUMHURİYET VE DEMOKRASİ GÜÇLERİNE ÇAĞRI 2 yapılarak, Cumhuriyeti Korumak ve Demokrasiyi Yerleştirmek amacı ile Cumhuriyet ve Demokrasiyi savunan tüm güçlerin bağlaşıp güç birliği yaparak bir DEMOKRASİ BİLDİRGESİ yayımlamaları, bu çerçevede ülkenin temel sorunları ortaya konularak bu sorunlar üzerinde anlaşacakları bir TOPLUMSAL SÖZLEŞME önerilip ortaya konulmuştur.” Diyor Vali Güngör Aydın.